1. İhtiyaçlar hiyerarşisi, bir insanın zirveye varmak için geçirmesi gereken yolculukta doyurması gereken açlıkları anlatır. bir piramit şeklinde sunulan bu teoriye göre, her insanın 5 basamakta incelenen ve temel ile üst düzey olmak üzere iki kategoride sınıflanan ihtiyaçları vardır.
bu gereksiz kelime çuvallarını bir kenara atıp özetleyecek olursak, "güzel olmayı düşünmeden önce karnının tok olması gerekiyor arkadaşım."
şu şekilde inceleyelim bu basamakları:
1- Fizyolojik ihtiyaçlarımız, ilk olarak doyurulması gerekenlerdir.
* nefes alamıyorsan, boğuluyorsan ve bu en hayati gereksinimi karşılayamıyorsan, bu hayattan fazla bir beklentin olamadan ölüp gidersin zaten.
* nefes almayı başarabildiğin anda, karnını doyurmak ister vücudun. açken sen, sen değilsin. su, gıda arayışımız başlar.
* karnını doyurdun ama güvende hissetmiyorsun ki kendini. amazon ormanlarında vahşi yaratıkların ortasında huzur bulamaz bedenin, başını sokacak bir barınağa ihtiyacın var.
* barınağını buldun, dinlenme ihtiyacı sarmalıyor zihnini. uyku ihtiyacını da karşıla haydi.
bu listeyi halletmemize rağmen hala temel fizyolojik ihtiyaçlar basamağından yukarıya tırmanabilmek için çözmemiz gereken alt sorunlarımız var. neslini devam ettirip üremek (seks), su içmek, bu ihtiyaçları dengeleyecek bir düzene oturtabilmek (yani aç kalma ya da barınma ihtiyacı korkusu yaşamamak), boşaltım organlarının düzenli çalışması, soğuktan korunmak falan...
2. nihayet ikinci basamaktayız. artık ilkel bir mağara adamı değiliz. bir aile kurduk, yaşıyoruz. tam bu noktada Güvenlik gereksinimi duyuyoruz. Yani karnım doyuyor olabilir, sırtımda beni soğuk günlerden koruyacak kıyafetler olabilir, seks yapıyor olabilirim ama eğer başımın üzerinden vızır vızır mermilerin geçtiği bir savaş meydanının yakınında yaşıyorsam ve hayatta kalma şansım güvenlik tedbirleri yüzünden azsa, bu basamaktan yukarı tırmanamam.
diyelim ki korku yaşamayacağımız bir çevredeyiz (tecavüz, saldırı, taciz, cinayet korkularını düşünün), bedenen sağlıklıyız (kanser değiliz çok şükür), ailemiz güvende (gecenin bir yarısı onları kaybetme korkusu yaşamıyoruz), evimiz güvende (her an taşınmaya hazır bir tedirginlikte değiliz), kaynaklarımız sağlam (aç değiliz, açıkta değiliz), bir işimiz de var (para geliyor düzenli, oh)
kendimizi tehlikelerden koruyabilecek durumdayız, kaygıdan uzağız ve kendimizi güvende hissediyoruz. o zaman Haydi üst basamağa.
3. basamak, Ait olma, sevgi, sevecenlik gereksinimini içerir.
tamam, huzurlu bir çevrede yaşıyorsun, artık hayatta kalma korkun yok ama bakalım çevren seni kabul edecek mi? huzura ulaşmak için bir aile, eş, sevgili, arkadaş çevresi, iş arkadaşları gibi kısaca iletişim kurabileceğimiz ve bir yere ait olduğumuzu hissedeceğimiz bir topluma ihtiyacımız var. sevmek ve sevilmek istiyoruz özetle. onaylanma arzusu da burada saklanır. mesela futbol fanatikleri, cemaatler, politik gruplar gibi bir ideanın ölümüne savunulduğu yer burasıdır. bir yere ait olma ihtiyacı çeken herkes, bir grubun savunduğu fikri kabul edip o fikre dair ölümüne fanatikleşerek kendisini o gruba ait hissetmek ister.
sonra bir basamak daha çıkarız.
4. kat. elbiseler, banyo ürünleri, gazlı içecekler katı... pardon Saygınlık gereksinimi varmış bu katta.
bir gruba ait olup, onların arasında yükselme arzusu başlar. başarıya ulaşma isteği, özsaygı ihtiyacı, kariyer günleri falan... etrafa "sen neymişsin be abi" dedirtecek miktarda tatmin duygusu yaşamak istiyoruz bu basamakta. takdir edilmek istiyoruz. tanınmak, çevre tarafından hayranlık duyulmak için çabalıyoruz. "gomşunun gızı hacettepeye girmiş" lafına "ben de odtüyü kazandım" diyerek kapak yapmak istiyoruz. (üniversite isimleri kafadan atılmıştır, bi kıyas şeetmeyin)
nihayet saygın, sevilen, karnı tok sırtı pek biri olduğumuzda artık hayatı anlamaya hazırız. beşinci ve son basamak, önümüzde parlıyor.
5. Kendini gerçekleştirme gereksinimi.
hayallerini gerçekleştirmek, yetenekleri geliştirmek, araştırmak, bilmek, öğrenmek, doymak bilmez bir merak, yaratıcılık, sanat, felsefe, bilim, erdem, evrensel etik, önyargısız olma, kendini olduğun gibi kabul etme, sonsuz huzur... opera, bale, tiyatro, edebiyat, müzik, resim, heykel gibi kendini ifade edip duygularını ve düşüncelerini dışarı vurma yöntemlerinin ihtiyaç haline geldiği, mucize basamaktayız.
bu noktadan sonra kendisini insanlığın gelişimine adayan süper kahramanlara dönüşüyoruz işte. bu basamaktaki insanlar için, örneğin "ne olacak bu memleketin hali?" sorusu, kahvehane köşelerinde sorulan retorik bir sorudan ziyade, gerçekten cevap aranan ve çözüm üretilen bir projeye dönüşür.
Gelelim konunun başına, maslow amcama göre bir hangi noktadayız?
eğer güzelliği ve estetiği dünyayı daha da güzelleştirme ve iyileştirme amaçlı kullanıyor olsaydık ya da estetik felsefesi adı altında onu anlamaya çalışıyor olsaydık, "tebrikler, teras katına ulaştınız" derdim ama bu söz konusu değil.
biz bu noktada "burnumun üzerinde çıkan sivilceyi fondötenle kapatayım da elaleme rezil olmayayım", "şu mavi yüksek topuklu ayakkabıyı ayağıma geçireyim de tüm arkadaşlarımı kıskançlıktan çatlatayım", "şu ayva göbeğimde saklanan 2 kiloyu verince, bu yaz kumsallarda bikinimi giyip herkese hava atacağım" gibi düşünceler arasında saklanan bir yerdeyiz.
sabahları kalktığında "bugün ne giysem?" diye ne giyeceğini düşünmekle vakit kaybetmemek için aynı kıyafet takımından 10 tane alıp gardrobuna koymuş albert einstein'ın bunu neden yaptığını anlayabiliyorsunuzdur artık. adam evrenin gizemini çözmek için tüm beyin nöronlarını patlatırken, "bu sene bu takım kıyafetin renkleri moda değil ama?" gibi basit kaygılar taşımıyordu. vakit harcanması gereken daha önemli konular vardı.
"gidip atom çekirdeğini ikiye bölmek gibi önemli konulara hayatınızı harcayın" demiyorum elbet. ama "elalem ne der?" kaygısıyla yaşanılan bir hayattan daha fazlasını aramamız gerekiyor. sonuçta, tek bir hayatımız var; reenkarnasyon diye bir şey yoksa.